İSTANBUL (AA) - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığınca düzenlenen "Yeni Bir Sinemaya Doğru" söyleşisinde, Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin sineması konuşuldu.
Atatürk Kitaplığı'nda gerçekleşen etkinlikte konuşan yönetmen Faysal Soysal, yönetmen Kieslowski'nin 1991'de çektiği filmin restore edilerek yeniden vizyona girmesiyle sinema dünyasının gündemine de girdiğini söyledi.
Soysal, şöyle devam etti:
"Kieslowski, bir filmi izlediğinde veya bir edebiyat eserini okuduğunda onun sanat eseri olup olmadığına karar verişini, 'bu bendeki tarif edemediğim, tanımlayamadığım, anlamlandıramadığım bir şeye dokunuyor, benzeri bir şeye dokunuyor ama benden daha güzel ifade etmişse orada bir sanat eseri olduğunu düşünüyorum' sözleriyle anlatıyor."
Kieslowski'nin yönetmenlik serüveninden ahlaki anlayışının da algılanabileceği yorumunu yapan Soysal, yönetmenin birçok işi denedikten sonra yönetmenlikten başka kabiliyeti olmadığına karar verdiğini, belgesel ve televizyon filmleri yapmaya başladığını anlattı.
Soysal, yönetmenin filmlerinde sosyal ve siyasal konuları işlemediğini aktararak, "Ülkesinin sosyal yaşamına dair bazı ipuçları veriyor ama hiçbir zaman siyasi, toplumsal konulara girmiyor. Hatta ülkesinde komünizm yıkılırken eleştiri alıyor ama o tamamıyla kendi anlayışının farklı olduğunu, bunu sinemada ikmal edemeyeceğini düşünüyor." diye konuştu.
- "Avrupa sineması kaybetti"
Eleştirmen Hasanali Yıldırım ise, Avrupa sineması ile Hollywood sineması arasındaki çatışmanın bittiği görüşünü kaydederek, şu yorumu yaptı:
"Avrupa sineması kaybetti. İtalyanlar bu duruma 'müthiş kabahat' der, onlara göre bu öyle bir kaybediştir ki aslında zafer sayılabilecek bir kaybedişi vardır. Hollywood sineması ile Avrupa sineması zaman zaman birbirlerini etkileseler de, bütünüyle kopmuştur. Avrupa sineması zaman zaman derdini ifade etse de, artık böyledir."
Polonya'nın çok büyük bir sineması olmadığını belirten Yıldırım, "Ama Kieslowski Avrupa sinemasının son 30 yılına damgasını vuran bir yönetmen. Bunu nasıl yaptı? Yeni gerçekçilik akımının öncülerinden Godard sinemada kendisinden önce ne kadar kalıp varsa çok önemli bir miktarını sarsarak yeni bir anlayış ortaya koymuştu. Kieslowski'ye kadar ise sinema yaratım bakımından sanki bir duraklamaya girmişti, Hollywood sürekli kendisini tekrar ediyordu artık. Kieslowski 1990'lı yıllarda yeni bir soluk gibi geldi, ondan sonra bayrağı Lars Von Trier aldı diyebiliriz." ifadelerini kullandı.
Yıldırım, sinemanın bir sanat olmadığı görüşünü savunarak, şu açıklamayı yaptı:
"Sinema, kelimenin en hakiki manası ile zanaattir bence, çünkü sinemada tekrar esastır. Bir ekibin işi olan bir şeye nasıl sanat diyeceğiz bilemiyorum fakat kimi yönetmenler öyle işler yapar ki o yaptıkları işe sanat eseri dememek imkansızdır. Kieslowski'nin filmi çok zor ve ağır bir film, 20'li yaşlarda izlediğimde hiç anlamamışım, dün yeniden izledim ve o kadar çarpıldım ki uyuyamadım, sürekli film üzerine düşündüm, söylediklerinden hareketle birçok şeyi yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissettim, işte sanat budur. Bir sanat eseriyle muhatap olduktan sonra, o sanat eseriyle muhatap olmadan önceki kişi değilseniz, işte o bir sanat eseridir."
Bir sanat eserinde sanatçının hayatını, dünya görüşünü ve ahlakını yansıtmasının biraz hayal kırıklığı oluşturacak bir beklenti olduğunu söyleyen Yıldırım, etik açısından bakıldığında ise sanat ve ahlakın birebir ilintili olduğuna vurgu yaptı.
Yıldırım, her sanat eserinde sanatkarın ahlakının direkt ya da dolaylı yoldan tespit edilebileceğine değinerek, şöyle konuştu:
"Kieslowski sinemasında ne var? Baktığımızda ikonografi anlayışını yedeğine alan, Hristiyan olmadığı halde izlerini taşıyan, şehirli ama 21. yüzyılın eşiğine dayanmak üzere olan ilginç bir Avrupa ahlakı, karma bir ahlak var. Ondaki ahlakı, filmlerindeki insanların davranışından ziyade estetik anlayışında aramak gerekir. Ahlakı, modern insanın kendisini yalnızlığa hapseden narsist tavrını filmlerinin çoğunda görürüz. Çağdaş şehirli insanın aşırı kendisini önceleyen, başkasını dışlayan ancak menfaat düzeyinde ötekini kabul ettiği yalnızlık onun sinemasının özü bence. Ahlakçı değil, ahlakı hesaba katan bir yönetmen."
Etkinlikte, Veronique'in İkili Yaşamı filminden bölümler gösterildi.