İSTANBUL (AA) - "Sinemada Yerli Dil Arayışları ve Ahmet Uluçay" konulu seminer, İstanbul Tasarım Merkezi'nde gerçekleştirildi.
Yönetmen Ahmet Uluçay, vefatının 7. yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü ve İstanbul Tasarım Merkezi iş birliğiyle düzenlenen etkinlikte anıldı.
İsmail Erdoğan'ın moderatörlüğünü üstlendiği seminere katılan yönetmen İsmail Güneş, kendisinin lise ve üniversitede Güzel Sanatlar bölümünde okuduğunu belirterek, "Batılı bir eğitim sistemiyle yetiştim. Benim okuduğum güzel sanatlar, Avusturya'daki bir güzel sanatların kopyalanmışı gibiydi ve Viyana'da ne öğretiliyorsa Türkiye'de de onu öğretiyorlardı. Bütün algımız, her şeyimiz, bakış açımız, Batı resminin yeniden yapılması ve onlar gibi bir şey yapabilmek üzerine kuruluydu." diye konuştu.
Güneş, muhalif bir ruha sahip olduğunu ve kültürel kodlarının Anadolu'dan geliyor oluşuyla birlikte sinema sanatına sevdalandığını ve sinemada farklı bir şey yapabilmeyi istediğini söyledi.
Türkiye'de sinema sanatının, Aristo dramasına göre yapıldığını aktaran Güneş, "Bizimle hiç ilgisi yok. Kültürel kodları ve paganizmi işliyor. Çünkü paganizmde tanrı vardır ve onun karşısında kötü tanrılar ve birçok tanrı vardır ama tepede bir tanrı var. Onun dramaya dönüşümü ve iz düşümü, iyi insan ve kötü insan çatışması üzerine kuruludur." değerlendirmesinde bulundu.
- "Recep İvedik, Kemal Sunal filmlerinin, Düğün Dernek ise Zeki-Metin filmlerinin yeni versiyonu"
Yönetmen Güneş, Recek İvedik filmlerine dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Recep İvedik seyircisini çok önemsiyorum. Çok tutarlı. Ne istediğini biliyor ve sahipleniyor kahramanını. Yalnız bırakmıyor. O filmi doğru analiz ettiğinizde, sosyolojik kodlarını bulursunuz. O, Kemal Sunal'ın yetiştirdiği bir seyirci birikimi. Çünkü 1990'lı yıllarda, özel televizyonlarla birlikte bu ülkede sabah, öğlen, gece yarısı Kemal Sunal filmleri oynadı. Bu filmlerin her biri çok iyi filmler değildi ki ben bir kısmında asistanlık da yaptım ama Kemal Sunal filmlerini seyreden, o gün 6-7 yaşında olan çocuklar büyüdüler ve oradaki Şaban karakterinin, Recep (İvedik) olarak tezahürünü gördüklerinde kucakladı. Keza şimdi Düğün Dernek modası var. O da Zeki-Metin filmlerinin yeni versiyonu olarak çıktı. Onlar da çok oynadı."
Televizyonun doğru kullanımının önemine vurgu yapan Güneş, "Televizyon aygıtı dediğimiz şey, eğer doğru kontrol etmezseniz bir süre sonra döner dolaşır ve bumerang gibi size çarpar ve sizi parçalar. Televizyonun doğru kullanılmadığında, çok zararlı bir aygıt olduğunu düşünenlerdenim." ifadelerini kullandı.
Güneş, dizilerdeki eksik ve yanlışlıklara da değinerek, şöyle devam etti:
"Dizilerde konut sorunu yok. İnsanlar yalıda oturuyor. Kimse gecekonduda oturmuyor. Ulaşım sorunu yok. Herkes özel aracıyla, kallavi araçlarla seyahat ediyor. Feriha bile minibüste gitmek zorundayken, tek kişi ya da 3 kişi gidiyor. Tıka basa dolu ne metro ne metrobüs görüyoruz. Çünkü onlarda çalışmak çok zor. Herkes 5 yıldızlı hastanede tedavi görüyor ve ister zengin ister fakir olsun, hesap ödemeden çıkıyor. Okul sorunu yok. Çocuklar 5 yıldızlı okulda okuyor. İletişim sorunu yok. Herkesin elinde kocaman bir telefon. Kimsenin evine icra, polis gelmiyor."
- "Salt hikaye anlatmak, bizi yerli yapmıyor"
Yazar Enver Gülşen de sinemada yerli ve milli olmak konusunda örnekler üzerinden değerlendirmede bulunarak, "Çoğunuz Yaşar Kemal'i ve Nazım Hikmeti okumuştur. Yaşar Kemal'in yazdığı romanlar ve Nazım Hikmet'in, 'Memleketimden İnsan Manzaraları' yerli midir hakikaten? Yerlilikten ne anladığımız, çok önemli bir şey bana kalırsa. Yerlilik, bizim ülkedeki insanların günlük hayatta yaşadığı şeyleri anlatmaktan ibaret bir şey midir acaba?" dedi.
Tasavvuf öğretisine göre, dünyada herkesin misafir olduğunu sözlerine ekleyen Gülşen, "Bu misafirliğimizin farkında olup, esas ait olduğumuz yere dair işaretlerin olması meselesidir yerlilik. O da belki epistemolojik düzeyden ontolojik düzeye geçmektir sinemada. Dile getirildiği kadar kolay olsaydı, ben kendim yapardım. Bilmiyorum nasıl yapıldığını. Kolay bir şey değil. En azından bir ufuk koyma meselesinde önemli. Salt hikaye anlatmak, bizi yerli yapmıyor." diye konuştu.
Gülşen, sinemada yerlilik kavramının nasıl kurulacağına ilişkin şu bilgileri verdi:
"Hiçbir sanat dalı sinema kadar yerlilik meselesini kurmakta zorlanmamıştır. Bir taraftan sinemanın bunu yapmak için imkanları çok fazladır. Öteki taraftan da o imkanlar keşfedilmemiş, bakir bir kıtadır aslında. Müslüman camianın, sinema üzerinden bir şeyler söyleme çabasında olmasının sebebi, bence sinema üzerine, yazıp, çizip, düşünmenin de temel sebebi odur aslına bakarsanız. Sinemanın bitmemiş bir macera olduğunu düşünüyorum ben. Bitseydi, 'Sinemayı Tarkovsky noktalamış arkadaş. Başka bir şey yapmaya gerek yok' derdik. Öyle değil. Bir gün noktalanacaksa, Müslüman camiadan birisi noktalayacaktır iddiasındayım ben. Müslüman camianın sinemaya dair söyleyeceği şeylerin olduğu kanaatindeyim."
Güven Adıgüzel ise Türkiye'de yılda 180 civarı film üretildiğini söyleyerek, "3-5 tane iyi film üretilse, bizim için daha yeterli olur ama o da sinemanın gelişimi etkiler mi? Zihinsel alt yapı olarak kendimizi tam hazırladıktan sonra film yapmamız gerekiyor eğer iyi bir film yapacaksak. Ancak bazı yönetmenlerin ilk filmi kötü oluyor ama sonra gelişim gösteriyor. Çöplükte başlayıp zirveye doğru çıkma ihtimali de olabilir." değerlendirmesini yaptı.
Yaklaşık 2,5 saat süren etkinliğin ardından konuşmacılar, kendilerine yöneltilen soruları da yanıtladı.