İSTANBUL (AA) - Eyüp Belediyesince düzenlenen "2. Haliç Genç Edebiyat Günleri" kapsamında, "Genç Şiir Atölyesi" söyleşisi düzenlendi.
Şair Haydar Ergülen, Caferpaşa Kültür Sanat Merkezi'nde gerçekleşen etkinlikte, çocukluğundan itibaren şiirle ilgilendiğini, ilk şiirini üniversitedeyken yakın arkadaşının vefatı üzerine yazdığını söyledi.
Türk şiirinin genel olarak acıdan beslendiğini, şair Orhan Veli'nin "Şairin neşesi kederidir" dediğini anımsatan Ergülen, Türk şiirinin toplumun aynası görevi gördüğünü belirterek, şöyle konuştu:
"Biz kendi derdimiz, komşumuzun derdi, dünyanın derdi hep böyle bir sorumluluklar üstlendiğimiz için kendi dışımıza çıkıp bir şey yazamıyoruz. Türkçe'de bireyci şair yoktur diye düşünüyorum. Bizde ister sosyalist olsun, ister kemalist, milliyetçi, İslamcı olsun hiç kimsenin bireyci şair olarak adlandırılabileceğini düşünmüyorum, Ahmet Haşim de buna dahil. Mutlaka bu bahsettiğimiz meseleler onun şiirinde de yer buluyor diye düşünüyorum."
Türk şiirindeki şairlerin saklamak istediklerini dahi şiirlerinden okunabileceği yorumunu yapan Ergülen, şairlerin toplumsal hadiseleri dile getirdiğini kaydetti.
Ergülen, şair Cemal Süreya'nın "Dersim sürgünlüğü" konusuna da değinerek, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Cemal Süreya kişisel olarak şiirinde belli travmaları dile getirmedi. Hem dönemin siyasi ortamı, hem kendi dünya görüşünün izin vermemesi yüzünden Dersim travmasını hiç söylemezdi. Bu bahsettiğim 1980'li yıllardı ama şimdi yaşasaydı herhalde Dersim meselesine en çok Cemal Süreya sahip çıkar, en çok o söylerdi. O zamanlar bu kişisel travmasını saklıyordu."
Ergülen, Türkiye'de şiir eleştirisine kavramsal eleştiri açılımı getiren şairin Cemal Süreya olduğunu vurgulayarak, "Süreya'nın yazdıklarından birçok şair hakkında bilgi ediniyor, yararlanıyoruz. Şiir düşünürüdür aynı zamanda bazı şairler. Süreya'da bunlardan biri, Sezai Karakoç da öyledir, şiir yazar ama aynı zamanda şiir üzerine düşünce üretir. Bazı şairler çok satabilir ama diğer şairler onu kabul etmez, hakkında yazmazsa onun şairliği boşunadır. Osmanlı'daki lonca geleneği şiirde de var. Şairler loncası sürüyor, bir şairin şairliğini onu diğer şairlerin kabul etmesi belirler." diye konuştu.
Şair Fazıl Baş ise, şiir yazmaya lise döneminde başladığını ifade ederek, Rilke'nin şiirlerini okurken etkilenerek şiir yazmaya başladığını aktardı.
Kendisinden büyük şairlerle irtibat kurarak, dergilerde yer almaya başladığını dile getiren Baş,şunları anlattı:
"Şiirim kendi dönemim içinde şekillendi diyebilirim. İkinci Yeni Şairlerini okudum ama onlardan beslendim diyemem. Kendi şiirimi oluşturmaya çalıştım ve geriye doğru başka şairleri keşfetmekle uğraştım. İsmet Özel'in bazı şiirlerini arkadaşlarımla birbirimize okur ve uğraşır, üzerine konuşurduk."
Şair Yusuf Koşal ise çocukken anneannesinin kendisine Kürtçe hikayeler anlattığını, büyüdüğünde anneannesinin anlattığı hikayelerin birçoğunu Mesnevi'de okuduğunda şaşırdığını, ailesinde devam eden sözlü gelenekten etkilenerek şiire yöneldiğini söyledi.
Ergülen'in "şairin şiirin aynası" konuşmasına katkıda bulunan Koşal, "Nizar Kabbani'nin 'Biçimleri koparıyorum biçimlerinden, nesneleri ırgalıyorum' yerlerinden diyor. Direk ayna dersek, aynısını yansıtmak olur. Ben buna çok katılmıyorum. Şiir bir örtüdür, saklanma anıdır. Ben orada saklanıp, kendi dünyamı kuruyorum." düşüncesini aktardı.
Şair Hatice Çay ise ilk şiirini 9 yaşında yazdığını belirterek, Cahit Zarifoğlu'nun, Sezai Karakoç'un, Edip Cansever'in kendisi için önemli şairler olduğunu vurguladı.
Şairlerin genel olarak birbirini etkilediği düşüncesini paylaşan Çay, "Gençlerin yazdığı herhangi bir şiirden de etkilenerek yepyeni bir şiir yazılabilir. Ben mesela İzdiham dergisinin sitesini çok takip ediyorum. Oradaki yeni söylemlerin çok katkısı oluyor. Çeşitlilik iyi zaten, özgün olmamızı da sağlıyor. Başka şairleri takip edince, benzer şeyler yapmaktan, taklitçi durumuna düşmekten de kurtuluyorsunuz." diye konuştu.