İSTANBUL (AA) - Yönetmen İsmail Güneş, "Darbenin kime yapıldığıyla ilgili bir sorunumuz var bizim. 'Bizim aleyhimize yapılıyorsa kötü, lehimize yapılıyorsa iyi' anlayışı var. O yüzden Türk sineması, 1960 darbesini es geçmiştir. O darbenin aleyhine bir tane bile film göremezsiniz. Çünkü darbe sinemacıların lehinedir. Sinema, 27 Mayıs darbesine sırtını dönmüştür." dedi.
Uluslararası Boğaziçi Sinema Derneği ve İstanbul Medya Akademisi tarafından düzenlenen, Anadolu Ajansı'nın (AA) global iletişim ortağı olduğu "4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali" kapsamında, "Darbeler ve Türk Sineması" paneli gerçekleştirildi.
The Marmara Pera'da düzenlenen ve moderatörlüğünü sinema yazarı İhsan Kabil'in yaptığı panelde konuşan Güneş, Türkiye tarihindeki darbelerin, hayatın her alanında olduğu gibi sinemayı da etkilediğini söyledi.
Güneş, "Gülün Bittiği Yer" filminde, 1980 darbesinde yaşananları, işkence gören bir genç üzerinden anlattığını belirterek, "Filmi yaptığımda, benim içinde bulunduğum dünya görüşü, filmi yapmamın gereksiz olduğunu düşünüyordu. Ne tam eleştirdiler ne de tam destek verdiler. Karşı dünya görüşü de yok hükmünde saydı. Daha sonraki yıllarda, 12 Eylül'le ilgili filmler listelendiğinde, uyarılarımıza rağmen o filmler arasında bile yer almadı. Hatta Ömer Uğur'un 7 yıl sonra çektiği 'Eve Dönüş' filmi, Ömer Uğur'un bütün röportajlarında, 'Hayır, ilk film Gülün Bittiği Yer' demesine rağmen, ilk 12 Eylül filmi olarak lanse edildi." diye konuştu.
- "Şiddet neden kutsanır?"
Filmin, "Sakın şaşırmayın, kendinizi göreceksiniz" sloganıyla yola çıktığını aktaran Güneş, şöyle devam etti:
"Kim olursa olsun, insanlar aynaya baktığında, kendinde kusurlu bulduğu şeyi düzeltmek için bir eylem yapar. Aynanın böyle bir işlevi vardır. Ben de 'Gülün Bittiği Yer' filmiyle, insanlara bir ayna tutmuştum. İnsanları, kendilerini düzeltmeleri konusunda bir eyleme çağırdım. Annesi, yeni doğmuş bir çocuğu, mamasını devirdi diye tokatlıyorsa, bir hoca veya öğretmen, talebesine vuruyorsa, askere gönderdiğimiz çocuğumuzu komutanı dövüyorsa, karanlık odada sorgu yapan birinin, istediği cevapları vermeyen genci dövmesi kadar normal bir şey olamaz."
Güneş, filmi çektiği yıllarda, sansür çok uygulanmamasına rağmen, kendi filminin yasaklandığının altını çizerek, sadece tek salonda gösterim yaptıklarını ve sonrasında da filmin hiçbir televizyon kanalında seyirciyle buluşmadığını kaydetti.
Şiddetin, insanların ayrılmaz bir parçası haline geldiğini vurgulayan Güneş, "Dilimize pelesenk olan bir söz var. 'Öğretmenin, hocanın veya annenin vurduğu yerde gül biter.' Neden hayatımızın içerisinde şiddet bu kadar kutsanır? Kendi içimizde bunu özümseriz ve gücü elimize geçirdiğimizde hemen karşı tarafa uygularız. Biz, muhafazakar dünya olarak, Hazreti Ali'nin, Hazreti Hüseyin'in, Genç Osman'ın katledilmesi üzerinde doğru cümle kurmadığımız sürece, bize işkence de yapılır, darbe de yapılır." ifadelerini kullandı.
Güneş, "Gülün Bittiği Yer" filmini çekerken kendi hayatını kaynak olarak kullandığına dikkati çekerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Şiddet, bütün unsurlarıyla bir terbiye aracı gibi hayatımıza sindiği için, sadece kendimize yapıldığında itiraz ederiz. Darbenin kime yapıldığıyla ilgili bir sorunumuz var bizim. 'Bizim aleyhimize yapılıyorsa kötü, lehimize yapılıyorsa iyi' anlayışı var. O yüzden Türk sineması, 1960 darbesini es geçmiştir. O darbenin aleyhine bir tane bile film göremezsiniz. Çünkü darbe sinemacıların lehinedir. Sinema, 27 Mayıs darbesine sırtını dönmüştür. Bir film bütün zamanları kapsar. Ben 1980 darbesinden çok sonra yaptım filmi. O zaman 'Ne gerek vardı?' diyenler, 15 Temmuz'da gördü nasıl gerek olduğunu."
- "Darbeler ve darbecilerle yeterince hesaplaşamıyoruz"
Okan Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Veli Boztepe de darbeler ve Türk sineması üzerine bir yüksek lisans tezi yazdığını ve bu tezin uluslararası platformlarda çok ilgi çektiğini dile getirdi.
Türkiye'nin, diğer ülkelerde "Darbeler ülkesi" olarak görüldüğüne vurgu yapan Boztepe, "Bugüne kadar sürekli, farklı şekillerde de olsa askerin müdahalesiyle karşılaştık. Sinema bu toplumsal dönüşümlerden çok etkileniyor. Buna ekonomik ve politik dönüşümler de dahil. Sanatlar, toplumun bir aynası. Sanatçılar da hem ekonomik hem yaratıcılık anlamında daha fazla etkileniyor bu dönüşümlerden." dedi.
Boztepe, sinemanın toplumsal yapıdan etkilenmesi ve toplumsal yapıyı etkilemesi konusunda birçok çalışma yapıldığını hatırlatarak, şunları söyledi:
"Darbeler ve darbecilerle yeterince hesaplaşamıyoruz. Özellikle politik sinemanın amaçlarından biri bu aslında. 'Darbe gibi müdahaleler demokrasiyi kesintiye uğratır. Bunun karşısında durmalısınız' der topluma. Darbe zamanlarında sinemayı etkileyen en önemli faktör sansür oldu. Sinemalar, sinemacılar ve sinema izleyicisi de darbe dönemlerinde azalmıştır. 1960 darbesi atlatıldıktan sonra, sinemada bir gelişme yaşandı. O dönem, toplumsal gerçekçilik akımını başlattı."
Sinema yazarı ve akademisyen Meltem İşler ise özellikle 1980 darbesi sonrasında çok sıkı sansürler uygulandığını ve sinemacıların kendilerine alan bulamadığını kaydetti.
Sinemanın, hala 1980 darbesinin etkisinde olduğunu bildiren İşler, şöyle konuştu:
"Film denetimleri, 1986'da Kültür Bakanlığı'na aktarılmasından sonra biraz daha yoluna giriyor aslında. Bu tarihten sonra 12 Eylül filmlerini görmeye başlıyoruz. Darbe sürecini, darbenin nasıl gerçekleştirildiğini değil de bireysel anlamda insanlar üzerindeki yansımalarını anlatan filmler oldu daha çok. Duygusal olarak yaşanan travmaları işlediler. Darbeyi konu alan, bugüne kadar yayınlanmış televizyon dizilerinde de darbenin bir meta unsuru olarak kullanılıp tüketim kültürüne eklemlendirildiğini düşünüyorum."