Zafer Algöz: Ayça ayıp etti
Ayça Tekindor’un yaptığı “Arif v 216”yla ilgili olumsuz yoruma, “IBAN yolla, paranı iade edeyim” tweet’iyle karşılık verdiniz. Şahan Gökbakar da “Kayhan” için ödediği bilet parasını isteyen birine “O işlere Zafer abiniz bakıyor” diye karşılık verdi. Artık beğenmediğimiz her film için size mi başvuruyoruz?
- Herhangi birine kalkıp da böyle bir şey söylememiştim şimdiye kadar. Ayça’yı tanıdığım için o yanıtı yazdım. Çünkü “Televizyon Çocuğu” ve “Zaga” döneminde üç sene birlikte çalıştık. Elimizde büyüdü diye bir deyim vardır ya, öyle...
O zaman gencecik bir kızdı, bir müzik kanalında keman çalıp sunum yapıyordu. Bizim ekibe dahil olmak istedi, arkadaş olarak aramıza aldık. Bir insanın herhangi bir işi beğenmeme hakkı elbette var. Ama o yanıtı birçok köşe yazarı yanlış anladı. “Eleştiriye açık değil” dediler benim için. Sinema eleştirmenleri bile “Eleştiriye böyle yanıt verilmez” dedi.
Beni bir tek Hıncal Uluç anladı. Ona teşekkür ediyor, ellerinden öpüyorum.
Sorun neydi peki?
- Birincisi bu eleştiri değil, hakaret! “Hayatımda gördüğüm en kötü film” diyor. “Gitmeyin, zamanınıza yazık” diyor. O kadar emek verilmiş bir iş... Bu, harcanan emeğe saygısızlıktır. Kimsenin işi için bunu demezsin. Ayça gibi tanıdığım birinin böyle yapmasına bozuldum. Sıradan biri olsa, “En kötü film buysa bunu ilk sıraya koy, altına dört tane daha yaz. En beğendiğin beş tanesini de yaz ki sinema konusunda bilgini, görgünü görüp ona göre yanıt verelim” derdim. Tanıdık biri olduğu için bunu söyledim.
Meselenin bir de şu boyutu var. Filmin bileti ayın 1’inde çıktı, 5’inde gösterime girdi. İlk gün gitmiş, filme 13.30’da girmişsin. 15.30’da çıkmış ve 15.36’da bu tweet’i atmışsın. Demişsin ki ilk vuran ben olayım! Çok ayıp bu. Vefasızlık; arkadaşlığa yapılan bir ayıp. Gerçekten böyle bir düşüncen varsa şahsi olarak bana mesaj at. Öper başıma koyarım. Bu bir eleştiridir. Sosyal medyada herkesin önünde bu lafı edersen, ben de böyle bir laf ederim.
Kaldı ki ben bunu ne hakaret, ne eleştiriye tahammülsüzlük anlamında söyledim. Şahan’ın da niye “Bu işlere Zafer Algöz abimiz bakıyor” dediğini açıkçası anlamadım.
“Görevimiz Tatil” filminde bu kez Sıtkı Mutlu olarak göreceğiz sizi. “Cimri” dediler karakter için, “ailesini tatile bile götürmüyor” dediler ama bildiğiniz sıradan vatandaş Sıtkı Mutlu...
- Sıradan vatandaşı cimri diye mi nitelendireceğiz yani? Adamın ailesini tatile çıkaracak ekonomik gücü yok ki. Kuru temizlemecide çalışıyor. Karısı ev hanımı. Bu adam kirada oturuyor, küçük bir işi var, iki de çocuk okutuyor. Kendimi Sıtkı’nın yerine koyuyorum, adamın sinekten yağ çıkarması lazım, başka yolu yok. O yüzden tatile görev gözüyle bakıyor. Belki de sorun bizde...
Hangi anlamda?
- Tatile lüks gözüyle bakıyoruz ama aslında bir ihtiyaç.
Sıtkı da bir çözüm buluyor sonunda ama...
- Bu ekonomik zorlukta bari karavanla gidelim Antalya’ya diyor. Onun da ucuzunu seçmeye çalışıyor. Yolda, zeytinliklerin imara açılıp açılmaması konusunda tartışma yaşanan bir köye de uğruyor ve o tartışmada taraf oluyorlar. O bölüm senaryoda beni en çok etkileyen noktalardandı. Bu arada “Arif v 216”dan bir hafta sonra başladık “Görevimiz Tatil”in çekimlerine. Aslında boş günlerimde başlamak istiyorlardı ama “Sabah orada Besim Bey, öğlen burada Sıtkı Bey olamam” dedim. O kadar yetenekli oyuncu değilim, ikisi birbirinden ayrılmalı diye düşündüm (gülüyor).
Eski dostunuz Demet Akbağ ile sonunda aynı filmde buluştunuz...
- Demet’le oynama fikri etkileyiciydi gerçekten... “Türkiye’de beğendiğim kadın komedyenler Demet Akbağ, Yasemin Yalçın, Demet Evgar” demiştim, yanlış anladılar. Kıymetli buluyorum bu isimleri. Oynadıkları zaman tipi karakter haline getiriyorlar. Onların bir alt hatta iki alt kuşağında da komediyi oynayan, deneyen arkadaşlarımız var. Onlara da saygı duyuyorum. Yoksa kimsenin yaptığı işe ve beğenilerine karışmam. Benim haddim değil.
Bir anlamda Demet Akbağ’ı çağırdınız yani.
- Çünkü Demet benim gençlik yıllarımdan arkadaşım. Erkan Can, Olgun Şimşek, o, çocukluk arkadaşlarıyız. İstanbul’a gelince ilk Olgun ve Demet’i tanıdım. Erdal ve Gürdal Tosun kardeşlerimizi kaybettik. Bunca zaman niye hiç birlikte çalışmamışız, ona biz de şaşırdık.
Hep pilot olmak istediğinizi belirtirdiniz ama öğrendim ki otobüs, kamyon falan kullanabiliyormuşsunuz. Filmde de karavan size emanetmiş.
- Ağır vasıta dahil her türlü aracı çok iyi kullanırım. Otobüs, kamyon, TIR... Gençlikte böyle deneyimlerim oldu. Rahmetli Selahattin eniştemizin yolcu otobüsünü bile kullandım. Yozgat ile ilgili bir film yapmıştık, orada da belediye otobüsünün direksiyonundaydım. Konservatuvarda öğrenciyken, okulun otobüs şoförü Yunus abi kapris yapar da gelmezse, otobüsü kaçırır, gereken kostümleri ben alır gelirdim. O yüzden burada karavanı kullanmak çocuk oyuncağı gibi geldi.
Gençlikte biraz serseri miydiniz?
- Otobüsü kaçırmak işin esprisi. Yunus abi otobüs kullandığımı bildiği için bozmuyordu beni (gülüyor).
Bu anıları bir kitapta toplar mısınız?
- Başka hikayeler yazdım. “Haşırt Dı Bilekbord” kitabımı geçen sene yayınladık, 12 baskı yaptı. Çok şaşırtmıştı o beni. Çünkü bu kadar çok beğenilip okunacağını tahmin etmemiştim. Bazı hikayeler o kitaba sığmadı. İkincisini yazmam için ısrar gelince harekete geçtim. İlk iki kitabımın isim babası Cem Yılmaz, buradan ona da teşekkür ediyorum.
Şahan Gökbakar’ın yorumu espriliydi ama siz belli ki Ayça Tekindor’a kırılmışsınız.
- Şahan’la tanışmıyoruz zaten. Kimse kusura bakmasın, eleştiri adı altında yapılan bir saygısızlık var ortada. İyi bir film “Arif v 216”. Almanlar “Türkiye’de böyle film yapılıyor mu” dediler, izlerken kafayı yediler. Almanca altyazıyla ağızları açık izlediler filmi. Kendi sinemamız adına hoşuma gidiyor bu. Acımasızca eleştirildiğinde de dayanamıyor yanıt veriyorum. Belki hep susmak en doğru olanı. Bazıları da diyor ki sen Cem Yılmaz’ın avukatı mısın? Ben kendi işimin avukatıyım. Hangi filmin içinde olursam olayım, arkasında dururum. Bu filmin de arkasındayım. Elbette eleştiri yapabilirsin ama hakaret edemezsin.
Kitapların isim babası Cem Yılmaz, edebi rakibiniz Can Yılmaz...
- Can Yılmaz ile edebi bir rekabetimiz var, doğru. O da “Dostluğumuz baki ama edebiyat dünyasında pasta çok küçük, orada rakibiz” diyor. Geçen hafta Ankara’da iki imza günü yaptık. İkisi de 8’er saat sürdü. Selfie çektirmeye alışığım da şimdi yeni bir trend çıkmış. “Bir de sen çek” diyorlar. Kitap imzala, cıks cıks, sonra sen çek cıks cıks...
İmzalarda hangimiz daha ünlüyüz muhabbeti oluyor mu?
- Genelde benim tarafta yoğunluk, Can tarafında seyreklik olursa “İstersen buradan sana bir-iki okur gönderirim” diyorum. Hatta “Çocuklar Can Bey’in de üç kitabı var, bir tane alın da ayıp olmasın” diye takılıyorum. Can hoca benden daha iyi yazardır. Çok fazla konuşmayan ama çok iyi yazan bir kalemdir. Müthiş bir gözlem gücü vardır. O yüzden kalemini ve tarzını çok severim.