"ABD Başkanlık Seçimleri: İç Dinamik ve Küresel Etkiler" konferansı

13 Ekim 2016 Perşembe

İSTANBUL (AA) - Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Cansen Başaran-Symes, Türkiye ile ABD ilişkilerine ilişkin, "Ortak çıkar ve dengelerimizden ziyade karşıtlık noktalarımız son dönemde daha çok ön plana çıkmaya başladı. Bu son derece üzücü bir gelişme. Bu kadar iç ve dış sorunla boğuşurken, 'dostlarımızı artırıp düşmanlarımızı azaltma' hedefine odaklanmışken aksi bir gelişmenin hiç kimsenin yararına olmayacağı ve hepimize kaybettireceği düşüncesindeyiz." dedi.

Başaran-Symes, TÜSİAD ile Brookings Enstitüsü'nün ortaklaşa yürüttüğü Türkiye programı çerçevesinde düzenlenen “ABD Başkanlık Seçimleri: İç Dinamik ve Küresel Etkiler” konulu konferansta yaptığı konuşmada, ABD seçimlerinin ya da genel anlamda Batı ülkelerindeki siyasal süreçlerin 2008 krizinden bağımsız şekilde ele alınamayacağını belirterek, kriz sonrasında dünyanın yoğun bir ekonomik ve siyasal değişimin içine girdiğini, bunun etkilerinin hayatın ve uluslararası sistemin her alanında her gün hissedildiğini söyledi.

Uzun yılların içinden süzülüp gelen ve artık sabit kabul edilen birçok verinin bu dinamiğe karşı koyamadığının görüldüğünü ifade eden Başaran-Symes, şöyle dedi:

"Mevcut sorunların birikmesinde 11 Eylül saldırısından sonra başlayan, yakın dönemde biz dahil batı şehirlerini birçok kez vuran teröre karşı küresel mücadele anlayışının demokratik hak ve özgürlükleri geriletmesi, Orta Doğu'da Afganistan ve Irak'a müdahalelerin oluşturduğu istikrarsızlığın Arap Baharı'nın başarısızlığıyla birlikte bölge açısından tam bir kaosa dönüşmesi, bunun şiddete yönelik yansımalarının Batı'da da görülmesi, 2008 mali kriz sonrasında krize yol açan yapısal sorunlara çözüm maalesef getirilememesi, istikrarlı büyüme ve sosyal refah açısından yeni bir normale ulaşılamaması, daha doğrusu 'seküler durgunluk' halinin konjonktürel değil, yapısal olduğunun görülmesi, ABD'nin küresel hegemonyasının aşınmasıyla çok kutuplu dünyaya gidişin gerektirdiği uluslararası hukuk yapısının ve gerekli normların yeterince oluşturulamaması, AB'nin kendi bütünleşmesiyle ilgili sorunların üstünden gelememesi, eş zamanlı yaşadığı krizler ve yumuşak gücündeki gerileme, göç akımlarının yoğunlaşmasının ve refah devletlerinin gerilemesiyle artan eşitsizliklerin yabancı karşıtlığını ve demokratik özgürlükleri aşındıran illiberal popülist modelleri ön plana çıkarması, uluslararası sorunlarda diplomatik çözüm mekanizmalarının yerini güç kullanımının ve vekalet savaşlarının alması etkili oldu."

Başaran-Symes, sorunların çatışmadan uzak bir şekilde karşılıklı ekonomik bağımlılık temelinde siyasal iş birliği içinde çözümünü içeren perspektifin ne yazık ki jeopolitik rekabet anlayışının karşısında oldukça gerilediğini anlattı.

İçinde bulunulan durumu düzensizlik çağı, yeni bir soğuk savaş, hatta vekaleten savaşlar aracılığıyla yürütülen yeni bir sıcak dünya savaşı olarak gören yaklaşımların her geçen gün çoğaldığını aktaran Başaran-Symes, ABD liderliğinde gelişeceği düşünülen liberal dünya düzeni ve bunun ekonomik ve güvenlik parametrelerinin 2008 krizi sonrasının siyasal ve ekonomik gelişmeleri çerçevesinde yetersiz kaldığını dile getirdi.


- "Popülizmin güdümündeki kimlik siyaseti çatışmaya, ayrışmaya yol açıyor"


Cansen Başaran-Symes, G20 ve çok taraflılık çerçevesinde küresel iş birliğine temel oluşturmasını umdukları ekonomik konuların dahi karşılıklı yaptırımlar aracılığıyla anlaşmazlıkların silahı haline geldiğini belirterek, petrol fiyatlarındaki dalgalanmaların büyük uluslararası firmalara verilen rekabet cezalarının da aynı bakış açısıyla siyasal mücadelelerin ekonomik yansımaları olarak değerlendirilmesinin son derece doğal olduğunu söyledi.

Benzer şekilde küresel ekonomik sisteme belli kurallar getirmek üzere oluşturulan Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşların etkilerinin sınırlandığı, çok taraflı yatırım ve ticareti kapsamlı şekilde düzenleyen çeşitli anlaşmaların müzakere ve onay süreçlerinde siyasal tıkanmaların yaşandığı sancılı bir süreçte olunduğunu ifade eden Başaran-Symes, "Rekabetçi ekonomi mantığının sosyal refah mantığıyla yeterince bütünleştirilemediği durumlarda ortaya çıkan krizler siyaset yelpazesinin sınırlarını genişletse de genel olarak kimlik siyasetini öne çıkaran popülist akımların güçlenmesine zemin oluşturuyor. Popülizmin güdümündeki bir kimlik siyaseti de bütünleşmeye değil, daha çok çatışmaya, ayrışmaya yol açıyor." dedi.

Başaran-Symes, başta Müslüman azınlık ya da göçmenleri siyaseten ve ekonomik açıdan entegre etme imkanlarının azalmasının, Orta Doğu'daki gelişmelerle birleştiğinde radikalleşmeye ve teröre kapı araladığını, bunun da Batı'daki çoğunluk ve azınlık kimlikleri arasındaki yabancılaşmayı iyice artırdığını söyledi.

ABD seçimlerini etkileyen, ama başta Avrupa olmak üzere küresel gidişattan ya da Türkiye'deki süreçlerden hiç de yabancısı olunmayan temel dinamiğin daha önce bahsettiği çerçeveden bağımsız düşünülemeyeceğini ifade eden Başaran-Symes, liberal ilkeler temelinde küreselleşen bir ekonominin büyüme dönemlerinde tüm dünya için önemli fırsatlar yaratırken, kriz dönemlerinde oluşan zorluklarla baş etme kapasitesinin yeterli olmadığının görüldüğünü söyledi.

Başaran-Symes, küreselleşmenin iyi yönetilememesinden kaynaklanan ekonomik ve sosyal sorunların sorumluluğunun yabancılara, göçmenlere, rekabetçi piyasa ekonomisine yüklenmesinin son derece yanlış ve tehlikeli olduğuna dikkati çekerek, "Küresel ekonomik zincir çerçevesinde mevcut olan istihdam olanakları dünyanın başka yerlerine giderken bunu sadece yakınımızda görünür olan göçmenlerden bilip egemen kimlik ırkçılığına yönelmek sadece küresel sistemin istikrarı için değil, demokrasi, ekonomik ilişkiler ve uluslararası barış açısından da risktir. 20. yüzyıl tarihinin ilk yarısı bundan alınacak derslerle doludur." diye konuştu.

Küreselleşme daha iyi yönetilemezse ve gerekli kapsayıcı nitelikteki reformlar yapılamazsa gelecek dönemde bu sorunun artarak devam edeceğinin görüldüğünü ifade eden Başaran-Symes, bu noktada başta G-20 olmak üzere uluslararası iş birliği platformlarına daha çok iş düştüğünü söyledi.


- ABD ile Türkiye ilişkileri


TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Başaran-Symes, Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkilerin stratejik ya da model ortaklık olarak adlandırılan Obama döneminin başlangıcındaki iyimser dönemlerden bölgedeki gelişmelerin etkisiyle bir ölçüde uzaklaşıldığını belirterek, şunları kaydetti:

"Ortak çıkar ve dengelerimizden ziyade karşıtlık noktalarımız son dönemde daha çok ön plana çıkmaya başladı, bu son derece üzücü bir gelişme. İki müttefik ülkenin farklı çıkarlara sahip olması doğaldır. Ancak bunları mevcut kurumsal diplomatik mekanizmalarla ve karşılıklı güven esasına dayalı şekilde çözerek karşımızdaki ortak sorun ve tehditlerle mücadele kapasitesinin artırılmasını beklememiz de bir o kadar doğaldır. Bizim inancımız hangi yönetim gelirse gelsin, bu yönde hareket edileceği yönündedir. Bu kadar iç ve dış sorunla boğuşurken, 'dostlarımızı artırıp düşmanlarımızı azaltma' hedefine odaklanmışken aksi bir gelişmenin hiç kimsenin yararına olmayacağı ve hepimize kaybettireceği düşüncesindeyiz. Türkiye’nin bölgesel ve güvenlik kaygılarına daha duyarlı ve dayanışmacı, ancak demokrasisindeki ciddi sorunlarını da normalleşme, evrensel standartlarda özgürlükler, laik hukuk devleti, toplumsal uzlaşma ve bölgesel barış yönünde aşmasını kolaylaştırma yönünde atılacak adımlar hepimizin dileğidir. Bize göre ortak değerlerimizin ön plana çıkması ortak çıkarlarımızı da daha iyi gösterecektir. İçerideki ve dışarıdaki gelişmeler birbirinden bağımsız olarak görülemeyeceğine göre olağanüstü hali aşmış, demokratik ve toplumsal uzlaşmasını sağlamış bir Türkiye’nin uluslararası plandaki karşılığının da barışçı ve itibarlı bir ülke olması gerekir. Oldukça zor bir dönemden geçerken, iyimser olmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var ama gerçekleri de yadsıyamayız. Önümüzdeki hafta gerçekleştireceğimiz Washington DC ziyaretindeki görüşmelerimizde de bu hususları kapsamlı olarak ele alacağız, bu konuların altını dikkatlice çizeceğiz."