"6. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali"
İSTANBUL (AA) - İstanbul Üniversitesi (İÜ) Hukuk Fakültesince düzenlenen "6. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali" kapsamında, İÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bengi Semerci'nin moderatörlüğünde "Beyaz Perdeden Yansıyan Yoksulluk" paneli düzenlendi.
Beyoğlu Atlas Sinemasında gerçekleşen panelde konuşan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serpil Kırel, öncelikle "Sinemanın yoksullarla ilişkisi nerede başlar?" sorusunun cevabının aranması gerektiğini belirterek, şunları anlattı:
"Sinema bir kent eğlencesi olarak tüm dünyada aslında, işçi sınıfının, göçmenlerin, okuma yazma bilmeyen, 'nickelodeon' adlı saloncuklardan bugüne varıyor. Dolayısıyla yoksullarla çok erken dönemde başlamış bir ilişki. Mutluluk üreten bir ilişki mi? Bu da sorularımızdan biri olsun. Sinemada mutluluk derken, içinde endüstriyel sömürünün çok olduğu bir mutluluktan da bahsediyoruz çünkü. Sinema yoksullarla ilişkisinde keşke mutluluk üretse."
Konuya Yeşilçam sinemasını örnek veren Kırel, "Yeşilçam, yoksulları seven ve her zaman merkezine alan bir sinema ama bu sevgi toplumsal bilinç konusunda bir farkındalık mı üretiyor, yoksa popüler sinema doğası gereği bu durumu kullanıyor mu diye bakmak gerekiyor." dedi.
Kırel, Yeşilçam sinemasının seyirci çoğunluğunu yoksulların oluşturduğu görüşünü savunarak, şunları aktardı:
"1950'lerden sonra kente göçmüş, modernleşmeye çalışan bir seyirciden söz ediyoruz. Yeşilçam maalesef sınıf atlamanın ön planda olduğu filmler yapıyor. Hollywood da bunu yapıyor tabii. Yeşilçam'ın bunu yapmasının sebebi, sistemden yana bir uzlaşı üretmek zorunluluğu, sınıflar arası mutlu birlikleri çağrıştırarak, bir sorun olmadığını anlatmaya, gündelik hayattaki çatışmaları bir kenara bırakıp perdede rahatlamak isteyen seyirciye bir iyimserlik aşılamak."
Yeşilçam filmlerinde yoksulların, "fakir ama gururlu, mutlu, yoksul aileler" gibi kalıplarla işlendiğine dikkati çeken Kırel, yoksulluğun neden yaşandığını sorgulayan toplumsal bir bilinç üretilmediğini kaydetti.
- "Yoksulluğun temsili her zaman zor, güç ve çetrefillidir"
Yönetmen Derviş Zaim ise, 20 yıl önce çektiği "Tabutta Rövaşata" filminde "yoksulluğun pornografisini" çekme korkusu yaşadığını söyleyerek, şunları dile getirdi:
"Yoksulluğun temsili her zaman zor, güç ve çetrefillidir. Filmimdeki karakterim olan 'Mahsun'un karşısına çıkarabileceğim kötü karakteri, üç perde anlatısında gerçek bir çatışmaya el verecek şekilde ayarlamak gerekecekti. Böyle bir şeye pek fazla gitmek istemedim. Yeni Amerikan sinemasının bizlere sunduğu manada kötü kahraman, karşıt karakter kurmak istemedim çünkü bu o karakteri sosyal, psikolojik ve ruhsal bakımlardan nasıl doldurmak istediğinizi tartışmanız gerekecekti."
Çoğu senaryo yazarlarının, dönemin sosyal, politik ve ekonomik bütün çelişkilerini tek bir "karşıt karakter" üzerinden anlatma hatasına düştüğü yorumunu yapan Zaim, bunun yaşanan gerçekliği ıskalamaya neden olduğunu ifade etti.
Zaim, kendi filminde bu yolu tercih etmediğini vurgulayarak, şu açıklamayı yaptı:
"Benim filmlerimde, karşıt, net, biricik bir karşıt karakter yoktur. İnsanlar, gelir, gider. Bu, filmi montajlarken 1990'lı yıllardaki bütün savrulmaları perdeye getirmek için beni daha şanslı bir konuma itti. Şimdi yeni bir film yapmak ve yoksulluk başlıklarımdan biri olursa muhtemelen üzerine gideceğim metodolojilerden biri aşağı yukarı böyle olacaktır."
İranlı belgesel yönetmeni Ferhad Eivazi ise, bir süredir Türkiye'de yaşadığını, birçok insanın belgeselin ne olduğunu bilmediğini gördüğünü, "Hayvanları mı çekiyorsun?" diye sorduklarını söyledi.
Belgeselciliğin kurmaca filmden daha zor olduğu görüşünü paylaşan Eivazi, "Bir belgeselci yoksulluk gibi bir konuyu seçtiğinde, kaç kişinin izleyeceğini düşünmekten ziyade, sadece bu meseleyi kendi kamerasından yansıtmayı düşünür. Yoksulluğun kendisini konuşurken belgeselcilerin hayatına da bakmalı tabii, bir belgeselci bulamazsınız ki sadece belgeselcilikle geçinsin, hep başka işler yapmak zorunda kalıyor. Bu durum da yoksulluğa çok somut bir örnek."
Sinema sanatçısı Menderes Samancılar ise, yoksulluğu anlatan birçok sinema filminde rol aldığına değinerek, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Sinema filmlerinde çalışırken insan yoksul olduğunu bilmiyor. Hem sinemada çalışıyorsun, yoksulluğu anlatıyorsun hem de yoksulsun. 40-50 kişilik sete öğle yemeği geliyor, yarım ekmek içinde incecik bir kaşar var, yapımcı 'çocuklar idare edin" diyor. Gecekonduda çekiyorsun zaten. Sinemada yoksulluğu anlatmak kolay, biz sadece yoksul olduğumuzun farkına varmamışız sinemada. İyi oynuyorsunuz diyorlar da, aslında herkes kendini oynuyor. Kendi kendimizle yüzleşmemişiz."
Sinema eleştirmeni Alin Taşçıyan da yoksulluğun göreceli bir kavram olduğu görüşünü aktararak, "Bana kalırsa sinemada yoksulluk deyince adaletsizlik, fırsat eşitsizliği, emek sömürüsü meseleleri önemli. Kaliforniya'dan bir yoksulluk manzarası ile Brezilya'daki bir yoksulluk manzarası birbiriyle örtüşmez. Yoksulluk varsa zenginlik de var, filmlerle zenginlik rüyaları arasında bir ilişki var. Kötülüğün kaynağı olarak yoksulluğu gösterdiğiniz ya da iyiliğin, saflığın, güzelliğin kaynağı olarak yoksulluğu gösterdiğinizde bir çelişki başlıyor." şeklinde konuştu.
Festival, 6 Ekim'de sona erecek.